Bugün blog 5 yaşında! Beş sene önce blogu hazırlarkenki hallerim, duygularım hala aklımda…. “Adını ne koysam?” diye 24 saat düşünüp, üç sayfa dolusu isim arasından “iş başa düştü” demiştim 🙂 Düşler vardı, bazıları düş’tü, bazıları düş’ecek…

Blogun beşinci yaşını kutlamak için hem blogun tasarımını yeniledim hem de “O Şimdi Expat” röportaj serisine farklı bir boyut katmak istedim. Bu defa bir değil, iki arkadaşımla birlikte röportaj yaptım ve ilk defa bir çifti blogda ağırladım 🙂 Beş sene öncesinin “yeni mezun” y kuşağı artık tecrübeli, genç yöneticiler. Y Kuşağı, bir yandan profesyonel hayatta kariyer merdivenlerini tırmanırken, diğer yandan da özel hayatlarında önemli kararlar veriyor. Üniversite’den arkadaşlarım Begüm ve Fırat geçen yaz evlendiler ve Londra’ya taşındılar. Çift olarak yurt dışına taşınmak, yurt dışında yuva kurmak ve çalışmak üzerine konuştuk. Bu ilk için ikisine de çok teşekkür ederim! Onların hikayesi, eminim pek çok kişiye ilham verip yol gösterecek.

Begüm ve Fırat Londra’ya göçmeden az önce 🙂

Eylül 2018 Çeşme

1. Fırat ve Begüm, kısaca eğitim ve iş yaşamı geçmişinizden bahseder misiniz? 

Fırat Uyulur: Ben liseyi Sarıyer Vehbi Koç Vakfı Lisesi’nde okudum. Devamında lisans eğitimimi Koç Üniversitesi’nde Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde tamamladım. Lisansta ilgimi çeken konular ışığında kendimi biraz daha geliştirmek için University of Glasgow’da Hastalık Genetiği yüksek lisansı yaptım. Orada öğrendiğim teknolojiler doğrultusunda İstanbul’da DNA Laboraturvarları’nda yeni nesil teknolojiler ile tanı/teşhis alanında çalıştım. Arkasından daha çok genetiğin data kısmına yoğunlaşmak için Koç Universitesi Tıp Fakültesi’nde Biyoenformatik konusunda çalışmaya başladım. Bu dönem benim için çok eğitici geçti. Arkasından Birleşik Krallık Unilever’de Biyoenformatik konusunda çalıştım. Şimdiyse Barts Cancer Institute bünyesinde lenfoma üzerine biyoenformatik araştırma yapmaktayım.

Begüm (Tiryaki) Uyulur: Ben İzmir’li olduğum için üniversiteye kadar İzmir’de okudum ardından İşletme okumak için Koç Üniversitesi’ni tercih ettim. Üniversite’de birbirinden çok ayrı stajlarım oldu; hem yaratıcı yönümün bir şekilde ortaya çıkmasını istiyordum hem de İşletme okuduğum için ve genel algılar yüzünden kurumsal deneyim de arıyordum. Nitekim mezuniyet sonrası ilk işim Deloitte Business Risk Bölümü’nde başladı fakat oraya ait olmadığımı anlamak çok uzun sürmedi. Business Risk Bölümü prosedürlerin ağırlıkta olduğu içinde denetim de barındıran bir nevi şirketlerin risklerini tespit etmeyi amaçlayan bir bölüm. Ben her zaman şahısların ve şirketlerin sorunlarını tespit etmeye ve çözüm bulmaya çalışmaktan zevk almışımdır bu nedenle ilk tercihim böyle bir iş olmuştu fakat yaratıcı yönü bulunmayan aklımdakinden daha standart bir işti. Bu süre zarfında Fırat ile her zaman yurt dışında yaşamayı hedefledik ve birçok başvurumuz oldu. Fırat’a Unilever’den iş teklifi geldiği gibi 1 saniye bile düşünmeden Londra’ya taşındık. Benim vize almam uzun sürdü (5 ay kadar) bu sürede yoğun bir iş temposundan ve düğün sürecimizden çıktığım için o sürece kadar ilk defa kafamı dinledim, Londra’da oturduğumuz mahalleyi tanıdım, café açan iki arkadaşıma yardım ettim, bir sürü yer denedim, sergi gezdim ve en güzeli UYUDUM 🙂 O döneme kadar beynimin içinde sürekli dönen ‘ben ne yapacağım?’, ‘ne için varım?’, ‘ne işi seviyorum?’ gibi varoluşçu sorulara ara verdim. Bu sırada bir sefer Londra’ya gelirken uçakta tanıştığım, danışmanlık şirketi olan bir kadına arada mail atmaya başladım. Kurumsal hayatı istemesem de şirketlerin sorununu anlama, çözme gibi konulara hala daha ilgim vardı. Kendisi ilgimden dolayı vizemi aldığım dönemde benimle bir kahve içmek istediğinden bahsetti ve dünyanın en büyük Dijital Pazarlama Ajansı WSI’ın Londra franchiseını aldığından bahsetti ve iş teklif etti. Dijital pazarlamada tecrübem olmasa da yaratıcı bir sektör olduğundan belki de biraz risk alarak kabul ettim ve halen daha orada çalışıyorum. Çok yoğun bir temposu olsa da home office çalışmak, bir yönüyle şirketlerin dijitalde karşılaştıkları zorlukları tanımlayıp çözüm bulmaya çalışmak oldukça tatmin edici.

2. Yeni evli bir çift olarak, Londra’da yaşamaya nasıl karar verdiniz? Sizin için süreç nasıl gelişti? Kolay oldu mu?

Fırat: Bizim Begüm’le aramızda “nerede yaşamak istersin” gibi bir diyalog geçti. Begüm Londra-New York-Barcelona gibi bir kaç güzel dünya şehrinde yaşamanın güzel olacağını söyleyince ben de iş başvurularımı bu şehirler odaklı yaptım. Öncesinde Londra’da sadece 1-2 saat geçirmiştim, o yüzden kararı Begüm verdi diyebiliriz. UK Shortage Occupation List diye bir meslekler listesi var. Eğer mesleğiniz bu listedeyse oldukça avantajlı konuma geliyorsunuz. Bioinformatician da bu listede olduğundan bizim sürecimiz sorunsuz gelişti ve tamamlandı.

Begüm: Türkiye’de yaşamın, huzurun ne kadar zorlaştığını anlatmaya gerek yok. Biz Fırat ile yurtdışına taşınmak çok istedik ve Fırat dünyanın her tarafına doktora/iş başvurusunda bulundu. Bizim şansımız ilk teklifin Unilever’den gelmiş olmasıydı. Fırat’a vize sürecinde Unilever destek oldu fakat ben tek başıma başvurdum. Süreç zor diyemem fakat İngiltere deneyimi olan az çok bilir; her konuda inanılmaz kuralcı olduklarından süreç bunaltıcı olabiliyor. Tabii bu sürecin düğünümüzle çakışmış olması, benim o sırada yoğun bir tempoda çalışıyor olmam ve bir yandan Londra’da ev bulma/taşınma süreciyle de denk gelmesi beni asıl zorlayan şey oldu 🙂 Bu tür vizelere başvuracak herkese yine de bir avukat ile süreci yürütmesini tavsiye ederim. Taşındıktan sonra ise ev süreci bizi oldukça zorladı. Burada Türkiye’den oldukça farklı bir sistem var, bunu tabii ki de biliyorduk fakat ev taşırken neredeyse delireceğimizi hiç düşünmüyorduk 🙂 Her şey son derece yavaş, kimse insiyatif kullanmıyor, telefonla birine ulaşmak neredeyse imkansız, IKEA bir gün evin önünde park edecek yer bulamadığı için eşyaları bize teslim etmeden gitti mesela 🙂 Böyle komik anılar yaşamış olsak da burada yaşamak çok daha huzurlu ve keyifli.

3. Londra’ya gitmeden önce neler yapmanız gerekti? (Hem izin vize vs. gibi evrak işleri, hem de psikolojik anlamda nasıl bir hazırlık yaptınız?)

Fırat: Bence o noktada, özellikle sonrada daha da fark edilen, aile ve dostlukları geride bırakıp yepyeni bir hayata atılmak psikolojik olarak büyük bir tecrübe. Kimine kolay, kimine zor olabilir. Ben aileme, arkadaşlarıma, üniversitedeki takımıma çok bağlı bir insanım. O yüzden en büyük tesellim Begüm’le beraber bu yeni hayata başlamaktı. Bunun yanında vize süreci biraz strese sokuyor insanı. Bizler doğamız gereği hep “ya çıkmazsa” endişesine düşen insanlarız. Başvuru ve onay gelme süreci 1 aydan biraz daha fazla alıyor. Bu noktada avukat vs. çok gerekli değil; bir kaç sayfa okuyacak sabrınız varsa oldukça sistematik ilerleyen bir süreç.

Begüm: Vize işlerini bir avukat ile yürüttüğümüzden bize birebir hangi belgeleri hazır etmemiz gerektiğini, ne yapacağımızı hep anlattı. Çok belge talep ediyorlar ve online başvuru sırasında çok soru soruyorlar. Onun dışında ben Türkiye’den ayrılırken fazla bir duygusallık yaşamadım; hem yaz olduğu için birkaç seferde aile ile tatil yaparak gidip gelip eşyalarımı taşıdım hem de çok uzak olmadığı için ulaşmak istediğimde uçağa atlasam birkaç saate orada olabileceğim düşüncesi beni rahatlattı. Yalnızca İzmir’deki evin odasından eşyalarımı toplarken duygusallaştım 🙂 Maalesef öyle anların da hazırlığı olmuyor 🙂

4. Londra’da çalışmak, yaşamak nasıl? (Nasıl bir yaşam/çalışma ortamı var, çok yabancı/Türk var mı? Türklere bakış açısı nasıl?)

Fırat: Ben Unilever için çalışmaya başladığımda Londra’nın 100 km kuzeyinde bir kasabada yaşadım, AR-GE kampüsüne yakın olmak için. Oradaki yaşam ve Londra’daki yaşam birbirinden çok farklı. “Türk” ten daha çok “İngiliz değil” anlayışı mevcut küçük kasabalarda. Londra’ya taşınınca ilk izlenimim merkez Londra’da yerel halktansa bizler gibi başka ülkelerden gelmiş insanlar çok daha fazla. Bu da aidiyet hissini biraz daha arttırıyor. Çok geniş bir mozaik, her ırk ve kültüre bir yer var. Şuan çalıştığım enstitüde de aynı şey geçerli; %60-70 “dışarıdan” gelenlerden oluşuyor. Bir Çinli’ye Türk’üm dediğinizde kebap/baklavadan daha hakim değil sizin kültürünüze. Türk profili eskiye göre değişiyor. Eskiden insan gücü, el becerisi isteyen mesleklerle göç etmişken şimdilerde üniversite mezunu, dalında iyi denilebilecek kişiler göç ediyor, bu da entegrasyonu biraz daha kolaylaştırıyor. Yine de şahsımızla bağdaşmasa da bizden evvel göç etmişlerin burada sürdürdükleri yaşam tarzlarından ötürü ülkeyle ilişkilendirilmiş bir imaj var. O noktada ise toplulukları bu şekilde etiketlemenin esas ayıp olduğunu, ötekileştirmek yerine birleştirmek varken bu yolu tercih etmenin yapılan temel yanlış olduğunu düşünüyorum.

Begüm: Londra’da çalışmak gerçekten çok güzel hele evden çalışmak daha güzel; her kafe iş yeriniz. Türkiye’den çok farklı; her şeyden önce ilk sene yasal 28 iş günü izniniz var, çalışanların hakları yenmiyor, ‘tatil yapmak işten kaçmak’ gibi bir algı yok, çoğu kişi yöneticisi ile daha rahat ve dürüst bir iletişim kurabiliyor. Bir başka güzel yanı ise çok fazla yabancı var dolayısıyla kimse size yabancı gözüyle bakmıyor, herkes birbiri ile uyum içerisinde yaşamaya alışmış, bir defa bile herhangi bir sorun yaşamadık. İngilizler yazları Türkiye’yi çok sık tercih ettiklerinden ülkeye de az çok hakimler, ondan ‘nasıl yani siz develerde gezmiyor musunuz?’ gibi absürt sorularla da karşılaşmadık. Bu arada şaka değil bir defa soran olmuştu 🙂 Tahmin edersin ki oldukça fazla Türk de var. Biz de geldiğimizde şaşıracağımız kadar geniş bir Türk çevremiz oldu.

5. Şimdiden eminim pek çok şey öğrenmişsinizdir. Hem kariyer anlamında, hem de kişisel gelişim anlamında bu deneyimin size neler kattığını düşünüyorsunuz?

Fırat: Türkiye’de bir elin parmakları kadar olan biyoenformatikçi camiası Londra’da yüzlerce. Hepsi de oldukça çalışkan. Bu sizi de kamçılayan bir duruma dönüşüyor. Bizim ülkede her meslek grubundan insan “her şeyi çok biliyor”, burada insanlar neyi bilip bilmediğine daha hakim. İçi boş vaat ve diyaloglar olmuyor haliyle, hem sosyal hem iş hayatında. Bence bu farkındalık çok değerli. İş ahlakı da başka bir boyutu; çalışanın kurumuna, kurumun da çalışanına saygı duyduğu bir ortam var. Verimlilik, çalışanın gün içinde mutluluğu, sorumluluğun yerine getirilmesin duyulan güven gibi konular kurumların üzerine çok titrediği şeyler. Haliyle günlük iş stresi, özellikle “İstanbul plaza yaşamı” içinde çalışan arkadaşlarımıza göre, çok daha az. Ben genel olarak “insan gibi yaşamak” kavramının ön planda olduğunu hissediyorum; insanlar işlerini severek yapıyorlar ve karşılığında bir para alıyorlar, bu parayla da günlük/sosyal yaşamlarını finanse ediyorlar. İnsani, medeni, özgürlüklere saygı duyulan bir hayatı deneyimlediğimizi düşünüyorum.

Begüm: Her şeyden önce ben 5 sene yalnız yaşamış olsam da burada gerçek anlamı ile büyüdüm. Farklı kuralları, sistemi, kültürü olan bir yerde hayat ve ev kurmaya çalışmak bile başlı başına bir sürü şey öğretti. Burada daha fazla özgürleştik; bunu hem düşünce hem de yaşayış anlamında söylüyorum. Türkiye’de aklımızdan dahi geçmeyen hayalleri burada kurmaya başladık ve fark ettik ki Türkiye’deki çalışma hayatı, politik gündem insanı öyle kısıtlıyor ki, bence hayal bile kuramıyoruz. Çünkü imkanımızın olduğunun da, yapılabileceğinin de, ve aslında her şeyin mümkün olduğunun da farkında değiliz. Burada kendime duyduğum saygı da arttı; sivil, çalışan, öğrenci, vatandaş, mülteci herkesin burada hakları var ve çoğu kişi bunların farkında. Bu haklar ise şiddetlenmeden daha da önemlisi buna gerek kalmadan korunuyor. Kısaca burada benim kendime kattığım en güzel şey geleceğe dair hayal kurabilmek oldu.

Bu karede röportaj vermeyen yok! 🙂 Üç yıl önce de Cem ile röportaj yapmıştık.

Begüm ve Fırat’ın düğününden, Haziran 2018 Çeşme

6. Çift olarak yurt dışında yaşama hayali kuranlara ne önerirsiniz? Tavsiyeleriniz var mı?

Fırat: İki boyutu var; bir iş bulabilmek/kurmak – ikincisi ise yaşamak. İlk boyutu tamamen başvurmaya devam etmekle alakalı. Ben kaç başvuru yaptığımı inanın bilmiyorum, ama 20’den fazladır. Yaşamak ise başka bir boyut; sizler için sosyallik önemli bir kavramsa çalışmak istediğiniz şirket, o şehrin insanları, tanıdığınız kimsenin olup olmadığı çok kritik. Elbette sevdiğiniz kişiyle gitmek oldukça iyi, ancak 3.-4. kişilerle de düzenli diyalog kurma ihtiyacı illa ki oluyor. Bence bizi ülkemizde, o ya da bu sebepten, öyle kapana kısılmış hissi kaplamış ki, hep hayalimiz başka diyarlara gitmek olmuş. Bence hayallerimiz daha büyük şeyler olmalı. Sanmıyorum ki kimse gözünü kapayıp bir hayal kurduğunda “ah şu x şehrinde y şirketinde masabaşı bir işim olsa” demez, dememli. Eminim gerekli çalışkanlık ve altyapıya sahip her insan dünyanın istediği her toprağında iş bulabilir. Başvurun. Gidin. Beğenirseniz kalın. Beğenmezseniz de başka yere başvurun ve orayı deneyin.

Begüm: Benim önerim: nereye gitmek istiyorsanız hemen bir bilet alın ve gidin. Çünkü aslında bu kadar basit 🙂 Tabii ki olduğunuz işi bırakmak, taşınmak bunların hepsi birer süreç, fakat bir bilet almak zorlu ve uzun bir süreç değil. Nereye gitmek, yaşamak istiyorlarsa kendilerine birkaç gün veya bir hafta izin versinler, para biriktirsinler ve ertelemeden o yeri gidip gözlemlesinler. Geri döndüklerinde ise hala oldukları işi, Türkiye’deki hayatı, arkadaşlarını, aileyi bırakma noktasında karar veremiyorlarsa kendilerini 70-80 yaşında hayal etsinler; ‘orada yaşasam nasıl olurdu acaba?’ demek eminim herkes için can sıkıcı bir cümle. Bir başka tavsiyem ise, kendilerine her şeyin mümkün olduğunu sürekli anımsatsınlar.

7. Kariyer yolculuğunda bir sürü gencin hayalini kurduğu yerdesiniz, bundan sonra sizin yolculuğunuz nereye?

Fırat: Eskiden çok hedefler koyardım kendime. O hedefler kimi zaman motivasyon kimi zaman stres olurdu. Artık bazı adımların planlamasını doğru zaman geldiğinde yapmaktan yanayım. Bu yüzden şuan yolculuk nereye ben de bilmiyorum. Eğer ki aynı şartlara sahip olabileceğim, aynı arkadaşlıkları sürdürebileceğim bir güney avrupa ülkesi olsaydı fena olmazdı. Mutfak önemli 🙂

Begüm: Birincil önceliğimiz en azından burada süresiz oturum alabilmek veya kalırsak vatandaşlığı alabilmek. Ardından yolculuğumuzun ben Amerika olmasını istiyorum ama karşımıza çıkan fırsatlar ile bu başka yönlere de evrilebilir.

İkinizle de gurur duyuyorum, dünyanın neresinde olursanız olun birlikte hep mutlu ve başarılı olacağınıza eminim!

İlginizi çekebilecek yazılar:

Leave a Reply